Yaşam

Dil ve köken tartışmaları: Urartular kimdi?

Kenan Işık*
Bülent Genç*

Urartuların yaşadığı coğrafya kabaca Türkiye’nin doğusunu, kuzeybatı İran’ı ve Ermenistan’ı kapsıyordu. Bu topraklar tarih boyunca göçlere, tehcirlere, işgallere, yağmalara, savaşlara ve katliamlara sahne olmuştur. Yağma, yasaklar, kayırmacılık, davalar, ihbarlar ve infazların yanı sıra… İbn Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” çıkarımını doğrularcasına Urartu araştırmaları da coğrafyasının bu korkunç kaderinden nasibini almıştır. İlk olarak Urartu çalışmalarının öncüsü olan Friedrich Eduard Schulz, casus olduğu için 1829 yılında Başkale civarında öldürülmüştür. Urartoloji’nin alışılagelmiş diyeti bu kötü başlangıçla bitmedi. Nitekim Urartu mirasının değerli bir kısmı kaçak kazılar ve hatta bilimsel kazılarla yağmalanmıştır. Kaçak kazılarla her gün yok olan arkeoloji merkezleri ve mezarlarda bulunan eserler 1850’lerden bu yana dünyanın birçok müzesine dağılmıştır.

Bugün tüm şiddetiyle devam eden bu kaotik durumun belki de en değerli nedenlerinden biri Urartu coğrafyasının konumu ve içinden geçtiği tarihsel süreçlerdi. Daha önce Osmanlı, Safevi ve Çarlık Rusya’sının ortasında paylaşılan bu topraklar, 20. yüzyılda Sovyetler, Türkiye ve İran’ın ortasında bölündü. Sovyet Ermenistanı’ndaki Urartu çalışmaları, diğer Urartu kesimlerine göre Marksist bakış açısının da etkisiyle 1930’lardan itibaren daha istikrarlı ve bilimsel bir gelişme izlemiştir. Buna rağmen Mustafa Kemal’in özel ilgisi ile Orta Anadolu merkezli Hitit, Frig ve hatta Sümer çalışmaları, şahların inisiyatifiyle İran’da Fars ve Sasani çalışmaları ön plana çıkarılmıştır. Hem İran’da hem de Türkiye’de ulus devlet ve onun yaşadığı coğrafya üzerinden bir “ulusal arkeoloji” yaratma kavramları Urartuları uzun süre görmedi veya geçmedi. Böylece bir dönem Urartu çalışmaları her ülkede farklı zamanlarda, farklı yaklaşımlarla ve birbirinden izole olarak yürütülmüştür.

Sümeroloji ve Hititoloji gibi günümüze kadar ulaşan zengin Urartu mirası, ana bilim dalı olan bilimsel anlamda kurumsal bir alana dönüşmemiştir. Aslında birçok Urartu araştırmacısı, Rusça, Ermenice, Türkçe ve Farsça yazılmış eserler hakkında uzun yıllar boyunca ancak Avrupa akademisi sayesinde öğrendi. Bu talihsizliklere rağmen ‘Urartu hiç sahiplenilmez mi?’ düşünebiliriz. Elbette hayır, bilimsel tartışmalara ve çıkarımlara bakılırsa Urartu sahiplenildi ve hatta paylaşılmadı. Çünkü Urartular, özellikle dilleri ve etnik kökenleri üzerinden zaman zaman yeni siyasi sorunların ve çatışmaların konusu haline getirilmiştir. Bu etnik-coğrafi-politik çatışmalar, Urartu ve Urartulojinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Bu bağlamda Urartu mirasının gerçek anlamda tanınması, korunması ve geleceğe aktarılmasından çok Urartu ve Urartuların kökenine ilişkin tartışmaların ilgi uyandırdığını görmekteyiz. Bu siyasi yaklaşımların yanı sıra tabii ki kazı görevlileri, öğrenciler ve Urartu’yu merak eden, soran köylüler hepimizin karşısına çıkmıştır. Ayrıca her bölümden sıklıkla duyduğumuz sorular: Urartular hangi dili konuşurdu? Urartuların ataları kimlerdir?

Movses Xorenatsi’nin temsili tablosu
(Hovnatanyan).

URARTUS HANGİ DİLİ KONUŞTU?

Aslında Urartuların dili ve etnik kökenleri ile ilgili tezler Orta Çağ’da ortaya çıkıyor. Ermeni tarihçiliğinin öncüsü Movses Xorenatsi (MS.410-490) Ermenistan Tarihi adlı eserinde Urartularla ilgili yazıtlı yüksek taş sütunların Orta Ermeni Hükümdarı ve sevgilisi Asurlu Semiramis dönemine ait olduğunu belirtmektedir. Sonuç olarak, Ara-Semiramis efsanesindekiler gibi referanslar, Urartu yazıtlarının Orta Çağ boyunca Ermenilere ait olmasını ve korunmasını sağlamıştır. Çünkü onlara göre bu anlaşılmaz yazılar Büyük Hayk’tandı. Böylece, bazı istisnalar dışında, birçok Urartu yazıtı, Urartu yazısına dokunmadan kilise ve manastırlarda yapı taşı, hatta haçkar (mezar taşı) olarak kullanılmıştır. Efsanelerin ötesinde Urartu ile ilgili ilk bilimsel çalışmalar, Alman bilim adamı F. Schulz’un 1827-29 yıllarında Urartu’nun başkenti Van ve çevresini, 1840 yılında ise Avrupa’da yaptığı ziyaret sırasında kopyaladığı yazıtların basılmasıyla başlamıştır. Schulz, ünlü oryantalist AH Layard, 1850’de yine Van ve çevresinde Urartu yazıtlarının nüshalarını yaptı. Bu nüshaların değerli bir kısmı 1847-50’de İrlandalı Assurolog E. Hinks tarafından incelenmiştir. Hinks, onun bir Hint-Avrupa diliyle uğraştığını düşündü. Bilim dünyası çivi yazısından uyarlanmış bir dille karşı karşıyaydı ama kimse ne yazdığını bilmiyordu. Bu noktada Urartu coğrafyasında yaşayan halkların dilinin öncelikle dil çözümlemelerinde kullanıldığını görmekteyiz. Fransız dilbilimci F. Lenormand, 1871’de yayınladığı çalışmasında, varsayımların aksine, Urartu’nun Ermenice ile olan ilişkisini reddetmiş, Urartuları dilsel ve hatta etnik olarak Gürcüce ve Gürcüce ile ilişkilendirmiştir. Bu teze karşı Alman dilbilimci AD Mordtmann, 1872-77’de Urartu ve Ermenice arasındaki karşılaştırmalı dil çalışmalarını yayınladı. Onu takip eden J. Sandalgian, 1901 yılında daha kapsamlı bir Urartu-Ermeni dil karşılaştırması yapmıştır. Bu yarışta bir başka Fransız dilbilimci L. Robert, 1876 yılında yayınladığı çalışmasında Urartu dilinin Sami dillerinden biri olduğunu öne sürmüştür. Urartu’yu günümüz bölgesel dilleri ile deşifre etmeye yönelik Avrupa merkezli tüm bu çabalar bilimsel olarak kabul edilebilir bir sonuca ulaşmadı.

Austen Henry Layard ve Asurolog Edward Hincks.

Bundan sonra, Urartu metinleri üzerine ilk önemli transkripsiyon ve çeviri denemeleri, 1882’de İngiliz dilbilimci AH Sayce tarafından bir dizi makale halinde yayınlandı. Ancak Urartu hakkındaki gizem hâlâ çözülememişti. 19. yüzyılın son yıllarında Alman uzmanlar W. Belck ve CFF Lehmann-Haupt, Urartu coğrafyasının değerli bir bölgesine araştırma gezileri düzenlemişlerdir. 1892-1900 yıllarında, özellikle yazıt odaklı bu seyahatleri sırasında, daha önce keşfedilmiş ya da kendileri tarafından yeni keşfedilmiş Urartu yazıtlarını yayımlamışlardır.

AYNI DİL AİLESİ, FARKLI DİLLER: URARTİK VE HÜRRİK

Transkripsiyonu artan yazıt sayısına rağmen, Hitit başkenti Boğazköy’de 20. yüzyılın başlarından itibaren bir başka ölü dil olan Hurrice ile tabletlerin bulunup deşifre edilmesiyle Urartu üzerindeki sır perdesi bir nebze olsun aralandı. Çünkü Urartu’ya bildiğimiz en yakın dil Hurrican’dı. Hurrican, Urartuca çalışma formülümüzü kelime kökenleri ve gramer yapısı olarak belirlerken, bu benzerlikler ve paralellikler farklı tartışmaları da beraberinde getirdi. Alman dilbilimci A. Goetze, 1957’deki çalışmasında Urartu’nun, MÖ 2000 gibi erken bir tarihte, Kafkasya’dan Mezopotamya’ya kadar konuşulan Hurricane’nin geç bir lehçesi olduğunu öne sürdü. Buna rağmen 1957’de ayrıntılı bir Hurri-Urartu dili karşılaştırması yapan Sovyet dilbilimci IM Diakonoff ve 1960’ta Amerikan WC Benedict, Urartu ve Hurrice’nin ortak bir atadan ayrılan diğer diller olduğunu öne sürdüler. Bu görüş hala geçerlidir. Nitekim Alman Hurrican uzmanı G. Wilhelm 1988’de Urartucadaki bazı gramer özelliklerinin Hurricancada bulunmadığını veya zamanla kaybolduğunu açıklamıştır.

Asurolog Archibald Sayce ve Asurolog-Gezgin Carl Ferdinand Friedrich Lehmann-Haupt.

Buradan varılan sonuç; Hurrican ve Urartuan aynı dil ailesi fakat farklı dillerdi. Tamam ama onca uğraşa rağmen yine bire bir soru “Urartuca bugün konuşulan hangi dille akraba veya benzerdi?” oluyor. Bu noktada Urartu’yu Kafkas dilleriyle açıklama ve ilişkilendirme girişimleri 19. yüzyıldan beri bilinmektedir. Bu çalışmalar 20. yüzyılda da devam etti. Örneğin, 1931-1935 ortalarında Sovyetler Birliği’nden Rus dilbilimci II. Meshkaninov, başta Gürcüce olmak üzere Urartu ve Kartveli dilleri arasındaki bağlantıyı bazı dilsel özellikler üzerinden Gürcü araştırmacı G. Tseretheli ile kanıtlamaya çalışmıştır. Ancak Gürcü kitabe yazarı G. Melikishvili bu öneriyi en başından reddetmiştir.

Urartu Dili ve Yazıtları Uzmanı Giorgi Melikişvili.

Bu konuda yeni nesil Ermeni araştırmacılardan farklı teklifler geldi. Örneğin GK Kapantsyan (1975), Ermenicenin Hint-Avrupa dilleri arasındaki özel konumundan yola çıkarak Urartucanın alt katmanla ilgili melez bir dil olduğunu ileri sürmüştür. V. Sarkisyan ise bugün İspanya ve Fransa’nın ortasında çok az bölgede konuşulan Baskça, Urartuca ve Ermenice’yi karşılaştırarak, üç dilin aynı kökten geldiğini savundu. Son olarak 1994 yılında R. Ishakhanyan farklı bir yaklaşımla Urartu yazıtlarında kullanılan dilin ve halkın konuştuğu dilin başka diller olduğunu, yazıtlardaki dilin ölü bir dil olan “Geç Hurrican” olduğunu savunmuştur. dönemi için dil. Ermeni araştırmacıların Urartu üzerine yaptıkları araştırmalar, Türk Assurulog K. Balkan’ı bir karşı tez ortaya atmaya sevk etmiş görünüyor. Balkan makalesinde, Urartu’nun ileri sürüldüğü gibi Ermenice ile hiçbir ilişkisi olmadığını, aksine sondan eklemeli yapısı nedeniyle en yakın benzerinin Türkçe olduğunu ileri sürmüştür. Her iki dilin sondan eklemeli özelliği Türk akademisyenler tarafından hep vurgulanmıştır. Nitekim 2005 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Urartu dilinin Türkçe ile birlikte Ural-Altay dil ailesine ait olduğu yönünde bir tez savunulmuştur.

Tüm bu görüş ve öneriler bir yana, Urartu dilinin kökeni ve ilişkili olduğu dil kümesi hakkında en çok alıntı yapılan çalışma 1986 yılında Sovyet bilim adamları IM Diakonoff ve SA Starostin tarafından yapılmıştır. Bu teze göre Hurri-Urartu dilleri, bugün Kuzey Kafkasya’da konuşulan Çeçen, Laki, Udi ve Avar dillerinin ait olduğu Doğu Kafkas dil kümesiyle ilgili dillerdi. Tek bir çalışmanın sonucu olan bu argüman, Kafkas dilleri uzmanı R. Smeets’in 1989 tarihli çalışmasında, özellikle ses ve morfolojik karşılaştırmalar ve kelimelerin etimolojisi açısından birçok dilbilimsel yönden reddedilmiştir. Buna rağmen Diakonoff-Starostin’in önerisi bugün birçok akademik tartışma ve yayında kesin bir bilimsel sonuç olarak sunuluyor. Kelam’ın konusunu oluşturan Doğu Kafkas Dilleri tezi, günümüzde Urartu ve Urartu’nun halefi olan Çeçenler hakkında bazı bilgiler veren haberlerin, internet sitelerinin ve kitapların dayanak noktasını oluşturmaktadır.

Eski Yakın Doğu Dilleri Uzmanı Igor M. Diakonoff.

Aynı şekilde, günümüzde antik Urartu coğrafyasında en büyük etnik kimliği oluşturan Kürt halkının tarihyazımında da zaman zaman Hurri ve Urartu’ya hem dilsel hem de etnik ardıllık atıflarının yapıldığı görülmektedir. Ancak aynı coğrafyada yaşamak ve her iki dilde birkaç kelime tek başına etnik ve dilsel ardışıklığı kanıtlamak için yeterli değildir. Hiç şüphesiz Urartuca kelimeler günümüze kadar ulaşmıştır. Bu noktada Ermenice-Urartuca ortak sözcükler ve etimolojiler üzerine çalışmalar yapılmıştır. Burada Ermeniler M.Ö. Sovyet bilim adamları IM Diakonoff ve BB Piotrovsky tarafından savunulan tez, bunların MÖ 1. binyılın başlarındaki göçlerle Balkanlardan Anadolu’ya oradan da Urartu coğrafyasına göç eden kavimler olduğu öne çıkıyor. Teolojiye konu olan tarihlerde batıdan doğuya doğru gerçekleşen Frig ve Muşki göçleri ile Ermenicenin Frigce gibi Trak dillerine olan yakınlığı bu tezi desteklemiştir. Buna göre Hurri-Urartu nüfusu, ülkelerine gelen Ermeni aşiretleri arasında asimile olmuştur. Bu, ödünç alınan kelimeleri açıklar.

Urartu dili ve etnisitesi hakkında kısaca görüş ve öneriler bunlardır. Yaklaşık üç bin yıl önce var olan ölü bir dil ile ilgili tüm tezlerin ve tezlerin öncelikle bilimsel kriterleri karşılaması beklenir. Ancak günümüzde kitap, dergi vb. Bunun yanı sıra internet ve sosyal medya gibi bağlantı araçlarının gelişmesiyle birlikte bilimsel dayanağı olmayan argümanların da hızla dolaşıma girdiğini görmekteyiz. Kitleler, bu tartışma karmaşasında karşılaştıkları her ifadeyi katı bilimsel gerçek olarak kabul edebilirler. Hele bir uzman bunu söyleyince… Örneğin Türkiye’de ünlü bir tarih profesörünün Urartu’nun Çeçenlerin atası, Urartuların da Çeçenlerin atası olduğu şeklindeki açıklamaları defalarca basına yansıdı.

Mirjo Salvini, Urartu Dili ve Yazıtları Uzmanı.

URARTİK YAZILI YAZILAR

Urartu dilinde yazılmış ilk yazıtlar MÖ 830 dolaylarında Van’da Urartu tahtına oturan İşpuini’nin saltanatı ile başlar. Bu yazıtlardan Urartuların kendilerini Biani olarak adlandırdıkları, bunun tersine MÖ 13. yüzyıldan itibaren Asurlular tarafından güneyde tanımlanan Uratri/Uruatri/Nairi gibi isimlerle anıldığı anlaşılmaktadır. Burada KURBia=i=ni=li “Bia ülkesinin (insanlar)” olarak çevrilebilir. Bu gerçeğe rağmen daha önceki çalışmalarda Urartulara Vannic (Van Orijinli) ve Chaldisch (Haldis) isimleri verilmiş ve son olarak düşmanları Asurluların adresi olan “Urartu” tercih edilmiştir. Urartu Hükümdarı İšpuini’den Urartu Krallığı’nın sonuna kadar Urartu dilinde çivi yazısı ile yazılmış birçok belge günümüze ulaşmıştır. Ancak Urartu, günümüzdeki prestijiyle tam olarak çözülmüş bir dil değildir ve tüm gramer ve dil özelliklerini biliyoruz. Bugün elimizde yaklaşık 65 yılını Urartu yazıtlarına adamış İtalyan bilim adamı M. Salvini’nin hazırladığı seri halinde bir yazıt külliyatı (2008-2018) var.

Bir Urartu Steli (Temel yeri)
muhtemelen Patnos).

Bu külliyatlarda da görüldüğü gibi ne yazık ki birden fazla çevirdiğimiz Urartu yazıtları birbirini tekrar eden ya da tam kelimelerle birebir çalışan metinlerdir. Bu kitabeler daha çok askeri sefer ve yağma, kale, sulama kanalı, bağ, bahçe yapımı gibi konuların işlendiği yapıların ana kaya, dikilitaş veya blok taşlarına yazılmıştır. Ayrıca kilden yapılmış tablet ve bullalar, çoğunlukla bronzdan yapılmış takılar, at arabası ve koşum takımları kupürleri, mobilya parçaları, savaş aletleri gibi çok farklı işlevlere sahip yüzlerce Urartu yazılı obje bulunmuştur.

Bu kadar çok yazıt olmasına rağmen, Urartu ile ilgili söz varlığımız ya da söz varlığımız, tekrarlanan kalıpyargılar nedeniyle sınırlıdır. Yine Urartu dini ritüellerini konu alan birden fazla yazıt, anlamı bilinmeyen ve başka dillerde yakın biçimine rastlanmayan sözcüklerden oluşmaktadır. Segmentleri sayarsak, 40’a yakın Urartu tabletindeki ifadelerin değerli bir kısmı, anlamı bilinmeyen ya da ilk kez karşılaşılan sözcüklerden oluşmaktadır. Urartu denilince iki belirgin özellik ön plana çıkıyor: Birincisi sondan eklemeli bir dil, diğeri geçişli fiillerin özne ve nesne ile uyum halindeki ergatif yapısı.

Yukarıdaki dil özelliklerine göre Urartu diline en yakın dil Hurri dilidir. Bu yakınlık, Urartuların ve Hurrilerin ortak bir vatan ve ataları olduğu, hatta aynı göç yollarını izleyerek Mezopotamya’ya kadar indikleri kanaatlerine yol açmıştır. İlk bilgilerine MÖ 2350’den sonra Akad belgelerinde rastladığımız Hurriler, özellikle Kuzey Mezopotamya, Anadolu ve Suriye’de güçlü yerleşim, din ve kültür izleri bırakmışlardır. Hurrilerin Mezopotamya’ya gelişleri daha çok Erken Tunç Çağı Kura-Aras kültürü ve Kafkasya’dan Doğu Akdeniz’e uzanan MÖ 4. binyılda yayılmasıyla ilişkilendirilir. Aslında köken sorununun şimdilik netleştiği söylenemez. Hurrilerin de homojen bir halktan oluşmadıkları yazıtlara yansıyan farklı lehçelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca MÖ 1. binyılla birlikte birçoğu kral/yönetici adından Hurrican’a yakın diller konuşuyordu, Šubria (Yukarı Dicle Havzası), Kumme (Habur Suyunun kaynakları), Alzi (Yukarı Fırat), Diauehi (Erzurum-Horasan hattı), Urartu ve çağdaş toplumların komşusu. Bu bölgesel oluşumların ve toplulukların halkları ile yönetici aile/klanların birebir dil ve kültürü paylaşan insanlar olup olmadığını bilmiyoruz. Aynı şey Urartu için de geçerli.

Aslında Urartu coğrafyasının farklı halklardan oluştuğunu yazıtlardaki onlarca yer ve halk adlarından biliyoruz. Ortak Ermenice-Urartuca kelimelerin varlığı aynı dönemdeki yaşam ve etkileşimin bir sonucu olmalıdır. Ayrıca MÖ 600’ün sonlarının ortalarında, Urartu’nun tarih sahnesinden çekildiği, aralarında ilk sözü söyleyen Pers hükümdarı I. Darius’un (M.Ö. 549 – M.Ö. Ermeniler. Urartu ülkesinin nüfusu sadece yerli halklardan oluşmuyordu. Nitekim Urartu hükümdarları askeri seferler sonucunda farklı ülkelerden onbinlerce insanı zorunlu göçle Urartu merkezlerine sürmüştür. Böylece etnisite, dil ve din bakımından farklı toplulukların bir arada yaşadıkları kanaatine varıyoruz. Urartu Krallığı’nın resmi politikasının ve hatta dininin buna göre şekillendiğini biliyoruz. Urartu krallık dini, birçok yerel tanrı-tanrıçayı ve kutsal yerleri kapsıyordu. İnanç farklılığı açısından Urartu Nekropolü’nde hem ölü yakma hem de ölü gömme (inhumasyon) geleneğini görmek mümkündür.

URARTUS’UN KÖKENİ NEDİR?

Bu farklı etno-dini unsurlardan oluşan Urartu Krallığı’nda idari monarşinin ve mensubu oldukları klanın kökeni sorgulanabilir. Örneğin isimlerine ilk olarak Urartu dilinde rastladığımız Kral İşpuini ve ailesi/uzunluğu, tanrı Haldi ve Biainili yazıtlarında Van’a bir yerden mi gelmişlerdir? Yoksa Van Havzası’nın yerlileri miydi? Orta Asur yazıtları MÖ 1250’den itibaren sayıları yüzleri bulan Uruatri/Nairi ülkeleri ve kabilelerinden konuşmaya başlamıştır. Bu da bölgenin çok etnikli yapısını esasen kanıtlamaktadır. Urartular veya Biainiler de bu etnik gruplardan biri olabilir. Ayrıca çok modüler bir coğrafyayı birleştiren Urartu Hanedanı, yerel aşiret yönetimini aşan farklı kodlara sahipti. Örneğin Kral İşpuini ile din bağlamında büyük bir devrim yaşanıyor. Irak Kürdistanı’nın kutsal şehri Zagros Dağları’nda, Müşaşir Tanrı Haldi, Urartu dininin ve devlet ideolojisinin baş figürü yapıldı. Ayrıca Urartu Krallığı, saray düzeni-ünvanları, yeni merkezler kurması, seferler ve yazı geleneği açısından kendine has yönelimleri ile güneydeki Asur’un taklitçisidir. Elbette bu bulgular tek başına Urartu kraliyet monarşisinin güney kökenli olduğunu kanıtlamaz.

Urartulardan bahseden pek çok yerde olduğu gibi, dilleri ve kökenleri ile ilgili tartışmalar daha uzun süre devam edecektir. Unutulmamalıdır ki her geçen gün yeni bilimsel keşifler ve tespitler eklenecektir. Elbette bir kavim yok olmadı, ancak Urartuları günümüz diliyle veya onların halklarından biriyle ilişkilendirme girişimleri, yeterli bilimsel bilgiyle desteklenmedikçe kabul edilemez. Asimile edilen etnik gruplar diğer hakim halkların arasına karışıyor ve onların kayıp dillerine dair kelimeleri bu yeni dillerde yakalayabiliyoruz. Ayrıca yeryüzünde, özellikle Neasia gibi bir coğrafyada yaşayan insanların çok iç içe olduğunu dikkate alırsak Urartu için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Urartuları ilde görmek istiyorsak, muhtemelen onları bugün antik Urartu coğrafyasında yaşayan halklar arasında aramamız gerekir; Urartular gibi meskenlerini taş temelli kerpiç duvarlar ve ahşap hatıllarla inşa eden köylüler, iğlerle yün ören kadın ve dereden suyu kanallarla tarlasına getiren çiftçi, kışlık tahıllarını kavanozlarda saklayan bölge halkı arasında.

*Heidelberg Universität, Institut für Ur- und Frühgeschichte und Vorderasiatische Archäologie (IIE SRF Bursu)
*Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü

feke-ajans.xyz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu